ԺԱՄԱՆԱԿ-Ի ՀԻՆ ԹԻՒԵՐԷՆ ՔԱՂՈՒԱԾՔ

«Վարլըք» գրական-գեղարուեստական ամսագրի անցեալ ամսուան թիւին մէջ լոյս տեսած է շատ հետաքրքրական թարգմանութիւն մը, որով կը բացայայտուին թրքական շարժանկարի ու թատերական աշխարհի պատմութեան զանազան ծալքերը։ Յայտնի պարբերականի անցեալ ամսուան թիւին մէջ տեղ գտած է 1950-ական թուականներուն ԺԱՄԱՆԱԿ օրաթերթի մէջ լոյս տեսած, Վահրամ Պալըքճեանի կողմէ ստորագրուած յօդուածներու թարգմանութիւնը։ Մեր համայնքի երիտասարդ սերունդի մտաւորականներէն Պուրակ Սիւմէի կողմէ պատրաստուած է այս նիւթը, կատարուած թարգմանութիւններով հանդերձ։ Վահրամ Պալըքճեան եղած է իր շրջանի յայտնի արուեստագէտներէն մին։ Սոյն նիւթի հրատարակուած ժամանակաշրջանին ան ներկայացուած է՝ որպէս «Պենլեան» օփերեթի վերջին թենորը։ Թրքական շարժանկարի պատմութեան վերաբերեալ հրատարակուած զանազան գիրքերու մէջ կատարուած սխալները հաշուի առնելով՝ ան ԺԱՄԱՆԱԿ-ի մէջ ստորագրած է շարք մը յօդուածներ, որոնց նպատակը եղած է ուղղել այդ բոլորը։

Հարկ է նշել, որ Պուրակ Սիւմէի ստորագրութեամբ նոյն ամսաթերթին մէջ 2019 թուականի սեպտեմբերին ալ տեղ տրուած էր նման շահեկան նիւթի մը։ Այս տարուան գրութիւնը շարունակութիւնն է անցեալ տարուանին՝ երկրորդ բաժինը։  

Այս օրուան մեր Գ. էջին վրայ կը ներկայացնենք «Վարլըք»ի համար ԺԱՄԱՆԱԿ-ի հրատարակութիւններուն հիման վրայ Պուրակ Սիւմէի կողմէ պատրաստուած նիւթին թրքերէն բնագիրը։ Հարկ է նշել, որ Պուրակ Սիւմէ այս նիւթը պատրաստելու համար կարեւոր ուսումնասիրական աշխատանք մը տարած է թերթիս հին համարները աչքէ անցընելով։

VAHRAM BALIKÇIYAN’IN “JAMANAK” GAZETESİNDEN  İLK KEZ TÜRKÇEYE ÇEVRİLEN MAKALELERİ - II

Varlık’ın Eylül 2019 tarihli sayısında “Vahram Balıkçıyan’ın ‘Jamanak’ Gazetesinden İlk Kez Türkçe’ye Çevrilen Makaleleri” başlıklı çalışmamın birinci bölümü yayımlanmıştı. Sunuş yazımda Balıkçıyan’ın Türk sinemasının ilk gayrimüslim kadın oyuncusu olduğunu iddia ettiği Rozali Benliyan’ın hayatına ışık tutmuştum. Öte yandan Osmanlı döneminde çıkan azınlık gazetelerini incelediğimizde Rozali Hanım’la ilgili (yeterli derecede araştırılmamış) çok geniş bir haber arşivine ulaşabilmemiz mümkün.

Varlık’taki söz konusu yazımın (bir anlamda sinemamıza dair bir ilktir) içinde Türk basın tarihinde Rozali Hanım’ın bir fotoğrafı yayımlanmış oldu. Bu çalışmamın temelleri Vahram Balıkçıyan’ın 1961 yılında Nurullah Tilgen’le (San’at Dünyası) yapmış olduğu röportaja dayanıyordu. Balıkçıyan’a göre Türk sinemasının ilk kronolojisi olarak nitelenen Türkiye’de Filmcilik - Filmlerimiz (1947, Rakım Çalapala) çalışması bir takım görüş ayrılıklarını da beraberinde getiriyordu. Çünkü Türk sinemasının ilk filmi Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı (14 Kasım 1914), ilk konulu filmi ise Himmet Ağa’nın İzdivacı (1914) olarak kabul edilmişti.

Vahram Balıkçıyan San’at Dünyası dergisinde Himmet Ağa’nın İzdivacı filminin kamera arkasına tanıklık ettiğini ve rejisörü olduğunu iddia ettiği Reşat Rıdvan Bey’in hangi koşullar altında filmi çektiğini geniş paragraflarla anlatmıştı. Ona göre Türkiye’de ilk filmler 1914’te değil, 1912 yılında çevrilmişti. Fakat röportajında -meçhul bir sebepten ötürü- bu filmlerin isimlerini vermekten kaçınıp, ısrarla Jamanak gazetesinde yayımlanmış olan notlarının kaynakça olarak gösterilmesini istiyordu.

 “Türk filmciliği yani Türkiye’de ilk film çevirmek de yine Benliyan Heyeti’nin faaliyeti yıllarına rastlar. Ben Türkiye’de ilk çevrilen mevzulu filmin Himmet Ağa’nın İzdivacı olduğunu söylemeleri üzerine bu büyük hatayı tahsis için Jamanak’ta bir seri makale yazdım ve bu yanlışlığı bir nebze de olsa gidermeye çalıştım. 1912 yılında buraya bir İngiliz film firması gelerek Benliyan Heyeti ile bir anlaşma yaptı ve Benliyan’ın bütün kadrosu ile iki film çevirdi. Filmler Benliyan operetinin piyeslerinden olup, kameramanından başka vazifeliler hep Türk’tü. Filmlerin burada çekimleri bittikten sonra İngiltere’ye götürdüler ve orada gösterildi. Maalesef filmler buraya gelmediği için göremedik. Ama filmleri çok beğenen İngilizler, Benliyan Heyeti’ni Londra’ya davet ettiler ve Leblebici Horhor Ağa operetini 45 dakikaya sığdırarak müzikholde potpuri olarak temsil edildi. Ha, şu ilk mevzulu Türk filmi olduğu iddia edilen Himmet Ağa’nın İzdivacı ise İngilizlerin çevirdiğinden iki yıl sonra çevrilmişti. Bu da yine Benliyan Heyeti’nin repertuarından bir piyesti. Karayan burada başrolü, Benliyan’da komik rolünü oynadı. Film Weinberg adlı bir fotoğrafçının atölyesinin arkasındaki boşlukta ve bahçesinde çekilmişti. Bende bu film çevrilirken oradaydım. Uzun boylu bir kameraman vardı. Rejisörü yine Reşat Rıdvan Bey’di. Weinberg kendi hesabına çevirttiği bu filmin kameramanın kendine has bir film çekme tarzı vardı. Film çekilirken iki makine kullanır. Bu makinelerden birinde ham film vardır, diğeri de boştur. Ama bunu yalnız kendisi bilir. Artistler oynamaya başlar ve her iki makine de faaliyete geçerdi. Kameraman münasip gördüğü sahneleri dolu makine ile artistlere belli etmeden çekerdi,” (Tilgen,1961) [Anlatıdaki alıntı aynen korunmuştur.]

Ülkemizde gelişen kültürel ve sanatsal faaliyetlerin bir bakıma tarihsel hafızası olan Jamanak gazetesinin 1910 ve 1962 yılları arasındaki ciltlerini incelediğimde Balıkçıyan’ın çeşitli başlıklarda yayımlanmış on ayrı makalesine ulaştım. Sinemayı ilgilendiren bölümler ise dönemin iki ünlü oyuncusunun hayat hikâyesi üzerine evirilmişti. Bunlardan ilki Varlık’ın Eylül 2019 tarihli sayımızda yayımlanan ve Jamanak gazetesinin 1951 yılı senesine tekabül eden Rozali Benliyan’ın Hayatından Önemli Kesitler idi. Osmanlı Dönemi azınlık tiyatrosunun çığır açan kadın figürlerinden olan Madam Rozali’nin ihtişamlı hayatına ve sanat kariyerine odaklanmıştı. Rum bir annenin, Bulgar bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelen Madam Rozali, eşi Arşak Benliyan’ın kurucusu olduğu Benliyan Heyeti’nde yıllarca oyunculuk yapmış, özellikle Leblebici Horhor Ağa operetindeki Fatine rolüyle adından söz ettirmişti. 1923 yılında eşini kaybedince, 1926 yılında Türkiye’yi terk ederek Bulgaristan’a yerleşmiş ve 1951 yılında Varna’da sessizce hayatını kaybetmişti.

Vahram Balıkçıyan’a göre Rozali’nin sahnedeki başarısı Türk sinema tarihini de yakından ilgilendiriordu. Benliyan Heyeti, 1912 yılında Rozali’nin de iştirakiyle Türkiye’de hazırlanan ilk Türk filmlerini çevirmişti. Börekçi Kızı ve Besa1 adını taşıyan bu filmler İngiliz ortaklığıyla çekilmiş, Avrupa’ya götürülüp sadece orada gösterilmişti. Bunun dışında Rozali Hanım yine Türkiye’de çekilen ve aynı zamanda gösterime giren ilk filmin de kadın oyuncusuydu. Benliyan Heyeti’nin her akşam sahnelediği piyes listesinden aynı adla alınan bu film Himmet Ağa’nın İzdivacı2 idi. Besa’nın dış görüntü manzaraları ise, Yedikule zindanlarının üzerinde ve kalesinin iç kısmında çekilmişti. Bu mekân -bilindiği gibi- eskiden yabancı elçiliklerin ve resmi makamlardan kişilerin cezalandırıldığı bir hapishaneydi.

Madam Rozali, eski dönemin güç koşulları altında film çekerken birçok tehlike atlatmıştı. Mesela Börekçi Kızı filminin çekimleri sırasında rolü gereği sevgilisiyle Eyüp Sultan Mezarlığı’nın yakınlarında buluşurlar. O kadar inandırıcı ve dikkat çekicidirler ki, onları hayretle izleyen semt sakinleri, onu gerçekten ahlaksız bir kadın zannedip, orada linç etmeye teşebbüs ederler. İnzibatlar galeyana gelen halkı bunun bir film çekimi olduğuna ikna etmeye çalışsalar da ortalığı sakinleştirmek mümkün değildir. Kimilerinin kışkırtıcı sözleriyle büyük bir izdiham yaşanır, Rozali’yi darp etmeye yeltenirler. Film ekibi, inzibatların ve çevredeki iyi niyetli insanların yardımıyla onu gözyaşları içerisinde küçük bir sandalla karşı yakaya geçirir ve ani bir cinayetin eşiğinden son anda kurtarır.

İngiliz ortaklığıyla çevrilen bir film Türk filmi olur mu?

Dergimizin Ocak 2020 sayısında yer alan “Türk Sinemasının Sessiz Dönemlerinde Anlatım Denemeleri” başlıklı çalışmamda İngiliz ortaklığıyla çevrilen bir filmin Türk filmi sayılıp sayılamayacağına yanıt aramıştım. Balıkçıyan’ın 1912 yılında çekildiğini iddia ettiği Börekçi Kızı ve Besa’nın çekim öyküsü, ilk konulu filmimiz olan Himmet Ağa’nın İzdivacı ile özdeşti. Yani İngiliz ortaklığıyla çekilen her iki film için “Kameramanından başka vazifeliler hep Türk’tü!” (Tilgen,1961) ifadesini kullanmıştı. Himmet Ağa’nın İzdivacı aynı şekilde Benliyan Heyeti’nin kadrosuyla çekilmiş ve başrollerinde tekrar Madam Rozali oynamıştı. 1914 yılında Weinberg tarafından çekimlerine başlanan film, oyuncularının askere alınmasıyla yarıda kalmıştı. Balıkçıyan’a göre ise filmi tamamlayan Fuat Uzkınay değil, Reşat Rıdvan Bey’di. Şayet Börekçi Kızı ve Besa’yı yapısından ötürü Türk filmi olarak kabul etmezsek, kendisiyle türdeş olan Himmet Ağa’nın İzdivacı’nın da Türk filmi statüsünü kaybetmesi gerekir. Çünkü onu da bir İngiliz olan rejisör Weinberg çekmiştir.

Sinemamızın otoritesi sayacağımız birçok kaynağında ilk gayrimüslim kadın oyuncumuz Eliza Binemeciyan olarak geçer. 1916 yılında Sedat Simavi rejisiyle çekilen Pençe ve Casus filmlerinde oynamıştı. Ama gerçekte Rozali Benliyan -Börekçi Kızı ve Besa adını taşıyan filmleri çekilmemiş dahi olsa bile- mevcut kronolojiye göre Himmet Ağa’nın İzdivacı filmiyle silüeti beyaz perdeye yansıyan ilk gayrimüslim kadın oyuncudur.

Bu sayıdaki çevirilerimin yüklemi ise Rozali Benliyan ile ilgili hazırlamış olduğum çalışmamın sonuç kısmında yer alan dipnottan kaynaklanıyor. Balıkçıyan, 1953 yılında kaleme aldığı Bedros Baltazar İçin… başlıklı çalışmasında “Sessiz çekilen bu filmlerde çok önemli roller üstlenmişti,” yorumunda bulunuyordu. Fakat Bedros Baltazar’ı sinemanın ilk gayrimüslim erkek oyuncu saymak çok yanlış olur. Çünkü bu filmler Arşak Benliyan’ın başrollerini üstlendiği piyeslerden sinemaya uyarlanmıştı. O nedenle Baltazar gerek sinemada gerek tiyatroda yardımcı oyuncu konumundaydı. Bu nedenle Arşak Benliyan ve eşi Madam Rozali sinemamızın ilk gayrimüslim oyuncuları olarak tanımlanabilirler.

Benliyan Heyeti’nin Son Tenörü Vahram Balıkçıyan

Vahram Balıkçıyan’ın toplumdaki yeri ve sanat kariyerine gelecek olursak… Balıkçıyan 1899 yılında İstanbul’da doğmuş, Bakırköy Bezciyan Lisesi’nden mezun olduktan sonra bir yıl Mektep-i Sanâyi-i ve Saint Michel’e devam etmiştir. Birinci Dünya savaşının başlamasıyla okulunu terk etmiş ve askerliğini 15 yaşında Afyonkarahisar’da yapmıştır. Bu yaşlarda ilk kez Benliyan Heyeti’nde sahneye çıkmış, aynı zamanda Donanma Cemiyeti Temsi Heyeti ve Müdafaai Milliye Cemiyeti’nde de temsiller vermişti. Rozali Benliyan, Kınar Hanım, Nurettin Şevki, Şahinyan ve Bedros Baltazar gibi oyuncularla sahneye çıkmış olmasının yanı sıra büyük sanatkâr Mınakyan ile olan anısını da şu sözlerle anlatır. “Tuhaf değil mi? Mınakyan son yıllarında sahneye çıkamayacak kadar hastaydı, ben de yeni yeni sahneye çıkıyordum. Tepebaşı tiyatrosunda üstadın 50.ci sanat yılı jübilesi kutlanıyordu. Hatırımda kaldığına göre Volga Mahkûmları adlı bir piyes temsil ediliyordu. Bu piyeste Mınakyan ile karşı karşıya oynadık ve ikimizin rolleri de çok küçüktü. Büyük aktör hasta olduğundan, ben de acemi bir artist olduğum için küçük rollerde karşı karşıya oynadık,” (Tilgen,1961)

Balıkçıyan, Arşak Benliyan ölünceye kadar Benliyan Heyeti’nde tenor olarak kalmış, ölümünden sonra da heyetin idaresini üstlenmiştir. Bu nedenle kendisi Benliyan Heyeti’inin son tenörü olarak hatırlanır. Heyet 1926 yılında dağılınca o da Paris’e gitmiş ve kırka yakın oyuncuyla Leblebici Horhor Ağa operetini sergilemiştir. 1933 yılında İstanbul’a geldiğinde ise kendi kurmuş olduğu heyeti dağıtıp, Karakaş’ın heyetine ortak olmuştu. 1937 yılında ilancılık firması açıp, sahne hayatına veda etmişti. 1962 yılında ise hayatını İstanbul’da kaybetmişti. (Nelgit,1961)

VAHRAM BALIKÇIYAN’IN BEDROS BALTAZAR İÇİN YAZDIĞI İKİ MAKALE

“Baltazar’ın Hayatından Önemli Kesitler”, 27 Nisan 1952

Bir tiyatro sanatkârının yaşamında esasa dair olanı özetlemek çok zor olmalı. Çünkü kimi oyuncular ün ve şöhret kaygısıyla kimlik bunalımı geçirirken, kimileri de Baltazar gibi doğal ve samimi yaşantılarıyla halktan olmayı tercih ediyordu. Dostluğumuz 1915 yılında, henüz Benliyan Heyeti kadrosuna yeni dâhil olduğum dönemde başlamıştı. Tanıştığımız andan itibaren saygın bir kişiliğin izlenimini bırakmıştı üzerinde…

Toplumsal ve kültürel eylemlere ayrı bir bakış açısı sunan bu dönemde yetişen oyuncular seyircilerle bir etkileşim kurarlardı. Aynı zamanda modern Osmanlı tiyatrosunun en belirgin özelliği de tiyatronun eski kuşaklarına duyulan özlemi, gelenek ve göreneklere bağlı kalarak yansıtmasıydı. İstanbul’un 1916 senesinde bir Yahudi derneğinin açılış gecesinde Kırmızı Cüzdan isimli bir melodram sahnelenecekti. Oyuna saatler öncesinden gelmiş olan seyirci heyecanla onun sahneye çıkmasını bekliyordu. Kariten rolüyle sahnede görülen Baltazar, selamlama ritüelini gerçekleştirdikten sonra diğer meslektaşlarından çok daha fazla alkış toplamıştı. O nedenle sadece ünlü bir operetin ses sanatçısı değil aynı zamanda büyük bir tiyatro dehasıydı.

Öncelikle şunu söyleyeyim, bu yüzyılı tarihsel köşe taşlardan birisi haline getiren Belediye reisi Reşat Rıdvan Bey’in teatral çalışmalarıydı. Tiyatronun kendisine özgü bir sanat dalı olmasından ötürü, oyuncularını teşvik eden ve kısmen izleyici katılımını sağlayabilen bir rejisördü. Hevesli bir bürokrat olarak dönemin İstanbul’unda sanatsal ve teatral çalışmalara büyük etkileri olan Avrupa oyunlarını izleyiciyle buluşturuyordu. Mesela 1890’lı yılların başında Kadıköy Kuşdili sahnesinde Fru Fru (Fransız vodvil) sahnelenecekti. Oyunun dekorları Petit-Şan tiyatrosundan Kadıköy’e taşınmıştı. Hatta Reşat Rıdvan Bey sahneleme için gerekli olan kimi aksesuar ve kostümü de Erenköy’de ki deposundan getirtmişti. Sertorius rolü için ciddi çalışmalar yapan Baltazar için de iki ayrı sahne kostümü ve bir pardösü tasarlatmıştı. Aslında Reşat Rıdvan Bey bu oyunun provalarına K.Holmas ile başlamıştı. Fakat oyuncu kadrosundan gelen ısrarlar ve öneriler neticesiyle mecburen oyuncu değişikliğine gitmiş ve rolü Baltazar’a vermişti.

Yıllarca yoksulluğun ve sefaletin ceremesini çeken Baltazar, kendi mali çöküşüne aldırış etmiyor, sırf sanatını icra etme güdüsüyle var oluyordu. Belki de o akşam bir oyuncunun hayatı boyunca yaşamak istemeyeceği en dramatik anları deneyimlemişti. Reşat Rıdvan Bey, Cuma akşamı verilen bu temsilin gişesinden memnun kalmıştı. Fakat her nedense oyuncularının sahne ücretini ödemeden tiyatroyu aniden terk etmişti. Oyun çıkışı durumu öğrenen Baltazar, bu talihsizlik karşısında ne yapacağını şaşırdı. Çünkü cebinde vapur biletini dahi karşılayacağı parası yoktu. Evi Balat’ta olduğu için de yürümeye cesaret edemedi. Mecburen yapacağı tek şey Pazartesi gününe kadar fuayede kalıp beklemekti. Reşat Rıdvan Bey en nihayetinde iki gün sonra nakliye görevlileriyle birlikte tiyatroya gelmiş, ihmalkârlığının ve düşüncesizliğinin bedeli olarak Baltazar’a karşı cömert davranmıştı. Ona cebinden çıkarttığı kırmızı kadife kese içerisinden iki altın ve oyunda giymiş olduğu pardösüyü hediye etti. O dönem bu altınların maddi değeri faal çalışan bir oyuncunun iki aylık sahne ücretine tekabül ediyordu.

Düşünüyorum da Baltazar’ın tiyatroda ne kadar çok anısı varmış… Ama en önemlisi de yarın altmışıncı sanat hayatını kutluyor olması. Bizler de yarın akşam Ses Tiyatrosu’nda o büyük sanatkâra yıldızının hiç sönmemesi dileğiyle şükranlarımızı sunacağız…

“Bedros Baltazar İçin…”, 13 Ocak 1953

Bugün tiyatro dünyasının ölümsüz isimlerinden Bedros Baltazar’ı (1866-1953) sonsuzluğu uğurladık. Henüz daha geçen sene sanat hayatının 63. Yılını kapsayan bir anma gecesi tertip etmiştik kendisi için… Tüm yaşamını sahneye adamış, yıllarca herkesin sevdiği ve saydığı bir oyuncu olmuştu. O da bu sevgiye sanatına duyduğu saygıyla karşılık veriyordu. Münzevi tarzı içerisinde insanlarla ünlü bir oyuncunun egosuyla iletişim kurmaktan çekinirdi. O nedenle iki ayrı kişiliğin ruh haline bürünürdü adeta… Tiyatro kapısından içeri girdiği an gerçek bir aktör, ışıklar söndükten ve perde kapandıktan sonra da sıradan bir insandı. O nedenle de çevresine aristokrat bir beyefendinin mütevazılığıyle yaklaşırdı.

Bedros Baltazar’ı kendisiyle özdeşleştirilen Sultan Bey ve Leblebici Horhor Ağa operetindeki Bostancıbaşı rolleriyle değerlendirmek haksızlık olurdu. Çünkü Osmanlı’nın modern tiyatro kalıpları içerisinde öncü metinlerin sahne uyarlamasında çalışmış, melodramdan vodvile birçok operet sahnelemesinde yardımcı roller üstlenmiştir. Karakter oyunculuğu açısından ciddi farklılaşmalara adım atmıştır.

Baltazar, 24 yaşına kadar hayatını idame ettirebilmek için kendi yeteneklerinin ötesinde işlerle uğraşmıştı. Çeşitli meslek dallarında çalıştıktan sonra en son Kapalıçarşı’da bir kuyumcunun yanına girmiş, esnaflığın kendisine göre olmadığını anlayınca pişman olup, kendisine çok meşakkatli bir sanat yolculuğunun haritasını çizmişti. Sahneye ilk kez Petit - Şan tiyatrosunda Mağakyan’ın grubuyla çıkmıştı. Akabinde dönemin nitelik açısından takdire şayan bir ekibe sahip olan Fasülyeciyan’ın heyetine dahil olup, Türkiye’nin Anadolu ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yapılan turnelere katılmıştı. Yoğun performans gerektiren bu sahnelemelerinde ona genellikle o dönemin seçkin kadın oyuncularından Madam Knar ve Felekyan Kardeşler eşlik ediyordu.

Henüz daha yolun başındayken Mınakyan Tiyatrosu ve Benliyan Heyeti’nin aranan oyuncularından olmuştu artık... Ama özellikle Reşat Rıdvan Bey’in rejisörlüğünde sergilenen seçkin vodvillerle adını duyurmuş ve Mikayel Çaprsasdi ile karşılıklı oynadığı rollerle seyircisi tarafından benimsenmişti. Sahne performanslarından bahsedecek olursak, kendisi Kamelyalı Kadın’ın Mösyö Duval’ı, Suzan İmber’in Amiral’i, Dalila ve Fru Fru vodvillerinin Sertorius’u, Simon Mari’nin Pier’i, Aile Saadeti’nin Vikond’u, Leblebici Hor Hor Ağa’nın Bostancıbaşı’sı, Arif’in Hilesi’nin Paşa valisi, Arşin Mal Alan’ın da Sultan Bey’i ve Matmazel Nituşi’nin Hazarabedi’ydi. Öte yandan Birinci Dünya Savaşı öncesi İstanbul’da sessiz çevrilen Besa, Börekçi Kızı ve Himmet Ağa’nın İzdivacı filmlerinde de önemli roller üstlenmişti.

Baltazar, tiyatronun özünden, doğasından kopmak istemezdi. Birlikte çalıştığımız uzun soluklu projelerde anladım ki, yeniliğe ve reforma kapalı olan bir oyuncuydu. Yeni gelişen teatral imkânlara ve sahne hilelerine karşı oldukça ön yargılıydı. Ona göre tiyatronun yöneldiği her kolaylık alışılmışın dışında gelişen bir amatörlüktü. Ustalarından gördüğü o çalışma disiplinine aykırı düşmek ve seyircisine yabancılaşmaktan korkardı. Sahnede sıkça tercih edilen bir oyuncu olmasına rağmen maddi çıkarımlarını düşünmek aklına hiç gelmezdi. Onun için oynayacağı rolü ve kendisine ters düşmeyen değer yargıları önemliyi. Bu nedenle de refah bir yaşam süremeden aramızdan ayrıldı.

Baltazar’ın önünde saygıyla eğilerek… Bugün hem bir arkadaş hem de büyük bir tiyatro üstadını kaybetmiş olmanın verdiği üzüntüyle kendisinin sanat serüvenini sizlerle paylaşmak istedim. Bu tür kayıplar benim yüreğimde tarifi olmayan bir acı… Hepimiz bir gün bu yoldan geçip gideceğiz… Ama o yolundan şaşmayan bir sanatkârın mutluluğuyla, hafızalarımıza kazınan sıcak gülüşüyle toprağa verildi. Büyük üstat! Tüm şükranlarımız senin için…

Hazırlayan ve Çeviren: BURAK SÜME

KAYNAKÇA

Süme, Burak, (Eylül 2019) Varlık, “Vahram Balıkçıyan’ın Jamanak Gazetesinden İlk Kez Türkçe’ ye Çevrilen Makaleleri”, Sayı:1344 S. 27 - 33

Süme, Burak (Ocak 2020) Varlık, “Türk Sinemasının Sessiz Dönemlerinde Anlatım Denemeleri”, Sayı: 1348 S.55 – 58

Çapala, Rakım (1947) “Türkiye Filmcilik - Filmlerimiz” Yerli Film Yapanlar Cemiyeti, S.7

Tilgen, Nurullah (1 Eylül 1961) San’at Dünyası, “Türkiye’de İlk Film 1912 Yılında Çevrilmiştir” Sayı: 133, S. 8

Nelgit, Mehmet ( 1 Ağustos 1961) San’at Dünyası, “Vahram Balıkçıyan - Benliyan Opereti’nin Son Tenoru” Sayı: 131, S.7

Balıkçıyan, Vahram (29, 30, 31 Mart 1951 - 1 Nisan 1951) Jamanak Gazetesi, “Rozali Benliyan’ın Hayatından Önemli Kesitler”

Balıkçıyan, Vahram (27. 04. 1952) Jamanak Gazetesi “Baltazar’ın Hayatından Önemli Kesitler”

Balıkçıyan, Vahram (13. 01. 1953) Jamanak Gazetesi “Bedros Baltazar İçin…”


1 Benliyan Heyeti’nin oyuncu kadrosunda yer alan Yervant Toloyan’ın anılarını yazdığı “Gavroş-Name” (Aras Yayıncılık, 2019) kitabının 393.sayfasında Besa’nın (Besâ Yâhut Âhde Vefâ) Şemseddin Sami’nin var olan eserinden uyarlanan bir tiyatro oyunu olduğundan bahsediliyor. Benliyan Heyeti bu oyunu İstanbul Şehzadebaşı tiyatrosunda (1910-1926) birçok kez sahnelemişti.

2 Himmet Ağa’nın İzdivacı 1869 yılında Ahmet Vefik Paşa tarafından Molière'in Le Marriage Force adlı oyunundan Zor Nikâh adı ile yapılan tercümesidir.

Շաբաթ, Հոկտեմբեր 10, 2020